Gözlerimizi bir bilinmezliğe, irademizin dışında düşünme yetimizin olmadığı, seçim şansımızın bulunmadığı bir düzene açtık.
Nefes aldık, sonra ağladık mosmor olana dek. Sırtımızı sıvazlamaya, popomuza vurmaya başladılar gülen yüzler ve çığlık sesleriyle.
“Hoş geldin bebek” sesleri yankılanıyor kulaklarımda; İyi ama nereye geldim… bu yolculuk nereye?
90 kuşağıyım.
Ne gariptir ki bu şartlarda hala hayattayım/z. Bu ne demek şimdi diye düşünürsünüz, düşünürsünüz de sadece yüzeysel olmasın.
Kendimi tanımaya başladığımdan beri kendime hep bu soruyu sorarım.
-Alican bu yolculuk nereye?
İsteğimizin dışında dünyaya gelmenin yanı sıra artık isteğimizle dünyada yaşam sürebilme azmiyle baş başa kaldık. Bu saatten sonra “önce isyan sonra şükür” etmekten başka bir şansımız var mı ? Elbette yok.
Arka sokaklarda büyüyerek yaşama zaten eksiden başlamış bir topluluk olarak büyüdük, büyüyoruz. Her koşulda her konuda mücadelemizin asla bitmediği, bu sefer belki olur dediğimiz anlara uyanıyoruz her gün.
Yaşam bizlere kaşıkla verip kepçeyle almaya devam ettiği sürece “önce isyan sonra şükür” dışında farklı bir reaksiyon alamayız üzgünüm.
Artık günümüz şartları o kadar kötü durumlara kadar geldi ki, her ay daha da artan enflasyon oranlarına sebep olarak maaşı düşük geçinemiyor diye intihar eden gencecik insanlar, atanamadığı için intihar eden öğretmenler, polisler. Hükümeti eleştirdi diye cezaevine gönderilenler, hükümet konaklarının önlerinde açım aç diye isyan eden çiftçiler! Yaşamını çöplerle idame ettirenler… Bunların hangi biri küçük problemler ki.
Gelin görün ki gün sonunda biri çıkıyor ve size “Gözlerimdeki ışıltıyı görüyor musunuz?” diyor. Gel de gülme.
Türkiye’de yaşam böyle karanlık, böyle demagojik maalesef. Bu nedenle bu şartlarda “Alican çok isyan etmişsin be, o kadar da kötü değiliz” demezsiniz diye umut ediyorum 🙂
Çünkü herkesin sorması gereken bir soru bu aslında.
BU YOLCULUK NEREYE?