“Bu gençlik nereye gidiyor?” ‘Sana ne?’ demek istiyorum. Çünkü tiyatroya, sinemaya ve kütüphanelere ulaşmanın sadece hayallerde kaldığı bu çağda gençler ailelerinden aldıkları harçlıkla sadece karınlarını doyuma derdine, daha 14-15 yaşında hepsi anı kurtarma derdine düştü.
Evet, eskiden anlar yaşanırdı. Şimdi ise sadece kurtarıyoruz. Eskiden o anların tadı çıkarılırdı. Aldığımız kitabı heyecanla okur, sevdiğimiz cümlelerde dururduk, hayal ederdik, bu da bize düşünme fırsatı yaratırdı. Sonra o cümleler bizi alır nerelere götürürdü, altını çizerdik özenle ki dönüp baktığımızda unutmamak, yüzümüzde tebessüm oluşmasını sağlamak için. Evet, mutluluğu biz isterdik ve mutlu olmak için kendimize basit ama güzel yollar bulurduk. O zamanlarda kitaplar ucuzdu, hayaller pahalıydı. Yani pahalı dediğimden kasıt hayallerimizin bol, zengin ve çok olmasıydı.
Şimdi gençler kıt kanaat geçim derdi içerisinde sınav sistemine sıkışmış, düşünmesine izin dahi verilmeyen, kendine telefonda yeni bir ben yaratma derdine düşmüş durumda, o beğenmediniz gençlerin sizin yüzünüzden iki kimliği var. Biri sosyal medyalarda kendine yarattığı dünya, diğeri sizin ona yarattığınız dünya. Aslına bakacak olursak ikisi de kendi değil, biri dışarıya kendini beğendirme duygusu, diğeri ise size, ailesine kendini beğendirme gayreti.
Evet, ne yazık ki gençlerin bu çağda hissettiği tek şey beğendirme duygusu, o zaman sadece mutlular çünkü. Peki bunun sorumlusu kim? Bir düşünün derim, hepimiz biraz sorumluyuz. En acısı da gençler bu içinde bulundukları iki benliğin farkında bile değiller, haberleri olmadan hallerinden memnun olduklarını sanarak bir yaşam sürüp gidiyorlar. Yaşamak sadece nefes almak mıdır?
Onların düşünmesine, ilgi alanlarına saygı duymalıyız. “Çantasını alıp dünyayı gezmesi gerekir”i daha söylerken cümlem bitmeden, “Yok artık, benim çocuğum daha minibüse tek binemez” (Dipnot: Burada çocuk dediği birey 20 yaşında!) dünyayı mı gezecek?’ oldu. “Canım, bu yazar da iyice hayal aleminde” dediğinizi duyar gibiyim ama ben sadece hayal etsin, dünyayı gezdiğini gece yatarken hayal etsin, düşünsün diyecektim. Hem nereden biliyoruz, sen hayal et olmasa da hayal ettim dersin. 😉 Belki dünyayı olmasa da o hayalleri sayesinde ileride bir, belki iki ülke görür, kim bilir?
Gençlerin artık ilk aşkları yok, kalplerinin çarpmasına, yanaklarının kızarmasına ve klasik tabirle midesinde kelebekler uçmasına sebep olan o aşklar yok. İzin vermiyorsunuz buna. Şu sınavdı, şu okuldu, şu dersti, diye diye çocuklarınız aşkta da mantığa ittiniz. Seçtiği kişide bile kendini çevreye beğendirme duygusu aradı bu gençler, “Benim seçtiğim kişi aileme uygun olmalı”, “Çevrem ne der?” cümleleriyle birlikte. Güzel veya yakışıklı olursa bunu statü göstergesi kabul ettik, bakın yine bir beğendirme duygusu aldı başını gidiyor. “Ben bu kişiyi seviyor muyum?” cümlesini duyamadık çünkü bilmiyoruz o duyguyu.
Ama eskiden o altını çizdiğimiz cümleler vardı ya az önce bahsettiğim, işte o aynı cümlelerin altını birbirinden habersiz çizen çiftler evlendi. Ve bir şeyleri hemen tüketmeden ilmek ilmek işleyerek mutlu oldular. Daha kıymetli oldu, kıymetli olunca kolay kolay vazgeçemez insan. İşte bu gençliği orada bıraktık.
Geçenlerde bir tiyatro oyununa gittim. Salonda bulunan en genç birey bendim. Salonda 26 yaşından küçük kimse yoktu. Tiyatronun ne olduğundan habersiz nesiller yetişiyor, eskiden öğretmenlerimiz bize iki dönem için birer tiyatro oyunu izlemeyi zorunlu kılardı. En güzel zorunluluktu sanırım, zorunluluklar bile eskiden ne güzeldi. Bu vesile ile gençliği gençlik gibi yaşamamıza vesile olan öğretmenlerimize de selam olsun. Sizler de hadi hafta sonuna çocuklarınıza veya çevrenizde olan bir gence bir tiyatro ısmarlayın. Böylece belki de hayatlarına bir kere gidecekleri bir tiyatro biletleri olsun. Bileti kimin aldığını, o günü, giydiği kıyafeti ve o izledikleri tiyatro oyununu ömür boyu hatırlarlar, unutmayın!
Sahi kaçı şiir okumuştur, yazmıştır ya da kaçının şiiri defteri vardır? Sizin o makineleştirdiğiniz robota bağlayan gençler, yüz yüze iletişimde iki kelam edemezken sosyalleşmeyi bile telefondan yapar hale geldi. O çocukların kaçının içinde Özdemir Asaf saklı bilemeden yitip gidecek. O yüzden pişkin pişkin “Nereye gidiyor bu gençlik” deme hakkını kendimizde bulmamalıyız. ‘Gençlik’ tarihin tozlu raflarına kalktı…